“Çin'in 1949 yılından bu yana hakimiyeti altında tuttuğu Doğu Türkistan'ın kırsal kesimlerinde etrafı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devam ediyor. Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan çöllerinde inşa edilen ve içinde yüz binlerce Uygur Türkü'nün tutulduğu toplama kamplarının son bir yılda tam 3 katı büyüdüğünü ortaya koyuyor.
Birleşmiş Milletler'e (BM) göre 1 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü Çin'in ‘eğitim merkezi’ olarak dünyaya lanse ettiği toplama kamplarında tutuluyor.
Sincan bölgesinde ve Çin'in değişik yerlerinde gerçekleşen saldırıların ardından bu eylemlerden Uygurları sorumlu tutan Çin, 2014 yılından itibaren ‘teröre karşı halk mücadelesi’ adı altında yeni bir süreç başlattı. Ancak Uygurlara yönelik kültürel ve dini kısıtlama ve baskılar 2009 yılından itibaren giderek hız kazandı.
Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyafet giymesi kısıtlanırken halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlanması da bu uygulamalardan bazıları.
En son pandemi riski bahanesiyle evlerinde kapalı tutularak açlıkla karşı karşıya bırakıldıkları haberleri gelmeye başladı.
Birgün Nasrettin Hoca sokak kandilinin altında aranırken komşusu;
- “Hocam hayırdır, ne arıyorsun?” diye sorar.
Hoca; - “Anahtarı kaybettim onu arıyorum.” der.
Komşusu; - “Anahtarı nerede kaybettin?” diye sorar.
Hoca; - “Samanlıkta kaybettim.” deyince
Komşusu; - “Peki neden burada arıyorsun?” diye sorar.
Hoca; - “Burası aydınlık da ondan.” der.
Şimdi bana bir insanlık dramının ortasında bu fıkranın ne işi var diyebilirsiniz.
Sözüm Doğu Türkistan konusunda kör, sağır ve dilsiz olanlara olduğu için bu fıkrayı anlattım.
Zira insani yardım kuruluşu adı altında çalışan ve genelde bir İslami Cemaatin (!) yan kuruluşu gibi faaliyet gösteren “MARKA” kuruluşların, görüntü, ilan, fotoğraf, video, broşür… ile tanıtım ve kampanya düzenleyerek çalıştıkları alanda neden Doğu Türkistan yok sorusunun cevabı bu fıkrada!
Doğu Türkistan’ı konuşmak, gündeme almak, kampanya ya da eylem düzenlemek riskli (!) yani karanlık, alacağınız risk belirsiz. Ama risk taşımayan yani aydınlık alanlarda her türlü kampanya sizi çok insani ve yardımsever göstermeye ve reklamınıza katkı sağlamaya yetiyor.
Politik aktörlerin sessizliği uluslararası ilişkiler bağlamında bir mazerete dayanıyor olsa bile bunu geçerli kabul etmek ya da bundan bir duyarsızlık mazereti üretmek hiç bir şahsın, aktivistin ve sivil toplum örgütünün üstüne vazife olmadığı gibi hakkı da değildir. Bu aktörlerin hesabı önce seçmenine sonra Allah’a havale edilir.
Peki ne mi yapmalı?
Mesela; diğer kampanya ve faaliyetleri kesintiye uğratmadan, Ekim ayını Doğu Türkistan ayı ilan ederek; eylem, duyuru, lobi çalışması, aktivist çalışmalar, imza kampanyası, yardım çalışmaları ve kampanyaları… şeklinde ve bir bütün olarak tek ses halinde -bütün kuruluşların katılımıyla- geçirerek bir şeyler yapmaya başlayabiliriz.
Değilse, Maazallah! bu suskunluk hepimizi yakabilir.
#doguturkistandasoykırımvar