KADIN-EVLİLİK-DERT

  • Gündem
  • 10 Aralık 2022
  • 09:10
KADIN-EVLİLİK-DERT

      Analiz yapacağız. Ne güzel ki ; aklımız ve imanımız doğru konuşmamızı nasihat ediyor.

      İstikametimize halel getirmemek gibi bir vazifemiz var. Yoksa Allah muhafaza Yaradan’ı gücendiririz. Sonu derin çıkmaz kuyu olur.

      İslam aleminde bir “Kadın Problemi” var.

      Kadını sadece cinsiyeti üzerinden algılayan(tıpkı materyalistler gibi) bir zümre var ki onu Allah’ın yarattığı şerefli bir varlık olarak görmekten uzak değil sadece aynı zamanda bu konuda inançlarına ve aklına ters işler yapmakta da oldukça cesur. Cahilliğini fark edemeyecek kadar cesur hem de. Kadın birkaç organı karşı cinsinden farklı diye, bir kısım hormonları farklı oranda salgılanıyor diye Allah’ın huzurunda altta/üstte, aşağıda/yukarıda değerlendirilecek değildir. Rabbi tarafından “İnsan” olarak kaale alınan kadının yarattığı diğer insanlar tarafından ayrıma tabi tutulması bizatihi O’na itiraz anlamı taşır.

      Yasalarımıza göre evlenme yaşı 18 dir. Nokta..

      İstisnai olarak 17-18 yaş arasında evlenme talebi varsa anne baba iznine, 16-17 yaş arası  talep varsa Hâkim kararı ile evlenmeleri mümkün olabilir. Bu konu belirtildiği gibi istisnai durumdur ve genellenirse, adet haline gelirse bunun önüne geçmek için Devlet önlemler almaya, insanları eğitmeye, ikna etmeye ve lüzumu halinde yasaklar/cezalar ile vazgeçirmeye de uğraşır.

      İklime göre, kültüre göre, inançlara göre bu konuda farklılıklar görülebilir. Bu da eşyanın tabiatına uygun ilmin kaidelerine göre de uygun bir davranıştır.

      Burada önemli husus da evlenme ile alakalı izin kararını kim verecektir? Yaş konusunu kim belirleyecektir?

      Cevap: Elbette ilim adamları. Tıp insanları, sosyologlar, psikologlar, Din adamları, hukukçular, İstatistik uzmanları vs. vs.

      Yani anatomisi fizyolojisi uygun olmayan birisi evlenebilir mi? Evlenmenin ne anlama geldiğini, aile kurmanın ne demek olduğunu kavrayamayan bir kişi evlenebilir mi? Çocuk yapmanın ne demek olduğunu, ebeveyn olmanın sorumluluğunu idrak edemeyen kişiler evlenebilir mi? Toplumsal düzene uyum sağlayamayacak, aile olamayacak kişilerin sosyal yapıya “saldım çayıra” misali konulması ile evlilik müessesesi ayakta kalabilir mi? Dini inancını kendisi bile anlamamış insanların evlenmesi kendilerini, ailesini, toplumu huzurlu kılabilir mi?

      Bu kanunların toplumların yaşanmışlıkları çerçevesinde, ilim ile karar verilmesi  neticesi oluşan teamüllerin de kaale alınmasıyla neticelenmesi gereken bir husus olduğu açık değil midir?

      Sonrasında da elbette alınan bu karara hangi anlayışa sahip olursa olsun, inancı, kanaati, hayat tarzı ne olursa olsun herkesin uygulaması ve sahip çıkması beklenmez mi?

      Dini inançları ile kanunların, uygulamaların çatıştığı düşünülürse ne olacak peki?

      Kim neye itibar ediyor ise onunla alakalı bir araya gelip sosyal baskı kurumları oluşturup kanunların düzenlenmesine tesir edecek. Yani demokratik bir çalışma topluma hakim olacak.

      Yani herkes kendi adasını oluşturup orada kendi kuralları ile yaşamayacak. Toplumsal kurallarda başkalarını ikna etmek gibi bir vazife orta yerde duruyor.

      Tabii inanç gruplarının beklentileri konusunda devletin ikircikli davranmaması de beklenmelidir. Yani 18 yaş altındaki insanlar evlenemezken her türlü cinsel ilişki, gayrimeşru hayat, çocuk sahibi olma, kürtajlar yaptırma konusunda da aynı hassasiyet gösterilecek.

      Özel durumda ise bir babanın çocuk bile değil nerede ise bebek yaştaki bir çocuğunu nikahlama hakkını nereden bulduğu mutlaka sorgulanmalıdır. Dini literatürde, kültürde, insanlık tarihinde olmayan olayları dini inancımız böyle diye uygulaması asla kabul edilemez.

      Nikah kıyılmış ve sadece adı konulmuş denilerek karı-koca hayatı yaşama önünde bir engel de koymadan resmen ve alenen “çocuk istismarı” oluşmasına nasıl hangi mantıkla, vicdanla, ahlakla izin verebilmiştir gerçekten incelemeye değer konu.

      Bir baba, bir anne 6-7 yaşındaki çocuğunun kendisinden 20 yaş büyük birisi ile hemhal olmasında nasıl bir dini yükselme görebilmiştir. Hangi “Allah tasviri” bu anlayışı kendilerine hoş gösterebilmiştir?

      Akla bu kadar ters bir vakıanın inanç adı altında legalize olmasını hangi cemiyet nasıl kabul edebilmiştir. Bu sapkınlığın farkına varmayan binlerce insan nasıl rehabilite edilecektir.

      Bu kadar absürt hadiselere onay veren bir topluluğun dini kaygılarla daha ciddi yanılgılara düşmemesi nasıl mümkün olacaktır? Aynı anlayış devlete, millete, ülkeye, insanlığa zararlı işleri inanç adına yaparsa nasıl engellenecektir? 15 Temmuz hadiseleri ve hala bu olaylardan pişman olmayan milyonlarca taraftarı ortada değil midir?

      Tasavvuf/tarikat konusunda da söylenmesi gereken şeyler de var elbette.

      Sağlı sollu, seküler dindar herkesin övgü ile, imrenme ile idealize ettiği tipler vardır.

      Kim  Yunus Emre ile dost olmak istemez ki! Kim Mevlâna dergahında bulunmayı dilemez ki! Kim Hacı Bektaşi Veli dergahında hemhal olmayı ummaz ki!

      E bunların her birisi tarikat erbabı değil midir?

      Herkesin cevabı -e o insanlar yok olsa gerek. Bizim de cevabımız -e o insanlar olsun olmaz mı? Öyle güzelliklerin hayat bulması için sağlıklı, güvenilir, nitelikli çalışmaların önü açılması gerekmez mi?

      Yapıları yıkın, kırın dökün denmesinden ziyade sağlıklı, hukuki, medeni, ilmi bir çerçeveye girmesi nasıl getiririzi konuşmak gerekmez mi?

      Bu yapıların alternatifinin deizm/ateizm ile radikalizm olduğu da bir diğer hakikat olarak önümüzde duruyor.

      Din hissiyatının yüksek bir duygu olduğu ve akacak bir kanal bulacağını unutmamak lazım.

      Inancın/anlayışın/ekolün/cemiyetin/siyasal topluluğun makuliyeti içerisinde sapkınlıklarının olması beklenebilir bir durumdur. Bu sapkınlıkları esas önlemesi gereken de o birlikteliklerin kendileri olmalıdır. Otokontrol mekanizması ile bunu sağlamaları sağlıklı birlikteliklerin önünü açacak ve toplumun huzuruna katkı sunacaktır.

      Peki bu aksilikleri kendileri düzeltemezlerse ne olacak?

      İşte orada devletin devreye girmesi ve önlem alması kaçınılmazdır. Devletin vatandaşlarını korumasındaki esas vazifesidir hatta. Hem o gruplardaki insanların korunması hem de diğer vatandaşların zarar görmemesi için koruyucu/engelleyici/caydırıcı önlemler almak mecburi bir çalışma olmalıdır.

      Her şeyin kaydedilebildiği, hesap verilebildiği, lüzum halinde hesap sorulduğu bir mekanizmadır esas olan.

      Şeffaf olmak bir meziyet değil zorunluluktur.

      Devletin vatandaşının inancını yaşamasını kolaylaştırmak görevinden taviz verilmemeli.

      Devletin vatandaşlarını her türlü aşırılıktan/sapkınlıktan/ilimsizlikten/dış etkiden koruması da asli vazifesidir.

      Devlet dengeyi kurmakta ne kadar mahir davranırsa o kadar büyük olacaktır açık olarak.

      Allah Akıl-Fikir versin.

      Devlete…Millete…

YORUM EKLE

We'll never share your email with anyone else.

56600

ÇOCUK ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ

NARKOTİK SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ 

KIRIKKALE FK'DA SAKATLIK

ZAFER PARTİSİ KIRIKKALE İL BAŞKANLIĞI BASIN AÇIKLAMASI

KAÇAKÇILIK VE ORGANİZE SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ

ASAYİŞ ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ

SIRADAKİ HABERLER