Kuran bize kıssalar anlatır ve misaller verir iman edenlerin Rabbimiz bize bunu boşuna örnek vermedi/anlatmadı deyip düşünüp ibret alma yolunu tuttuklarını, inkar edenlerinse Allah bununla ne murad etti ki diyerek hafife aldıklarını bildirir.
Kıssaların ve misallerin üzerinde durup düşündükçe hayatın akışında yerli yerine yayvanlaşıp anlam kapıları aralayarak bizlere hayata ilahi nazarla bakabilme fırsatı verdiğini görürüz.
Seçilmiş özel ve can alıcı olaylar içeren bu kıssalar ve misaller aynı zamanda ilahi bir anlatım diliyle (Kelâmullah) bize bildirildiği için de ruhumuzu kuşatıverir hemencecik.
Kuranın nüzulünden günümüze kadar tarihe baktığımızda aslında yaşanan birçok olayın tarihin akışında kilit bir noktada yer bulup belki kıyamete kadar insanlığa bir anlatı sunduğunu ve yol gösterici/ayrıştırıcı bir fonksiyon üstlendiğini görürüz. Kuran kıssalarından edindiğimiz anlama ve yorumlama biçimiyle bu olayları değerlendirmekle de hayata ferasetle bakmış oluruz.
Kerbela bunu yoğun bir şekilde içinde taşıyan acının/hak ve hakikatin/sevdanın/hilafetin/adaletin, zorbalığın/şerrin/pişkin bir ukalalığın/menfaatperestliğin/saltanatın/zülmün ve kabile devletçiliğinin birbirinden ayrıştığı, gönlünü nebevi yola/sevgiye köle kılmakla dünyevi menfaat uğruna ruhunu satmak arasındaki ikilemde hangi tarafı yol edineceğimizin tercih kapılarından bir kapıdır.
Kerbela’nın soykırım üzerinden ele alınması da ayrı bir önem taşımaktadır. Belki bu minvalde daha kapsamlı bir araştırmayla ortaya çıkarılacak sonuçlar olayı daha farklı bir noktadan görmemizi ve Emevi saltanatının Ehl-i Beyt düşmanlığının Sünni dindarlık üzerindeki gölgesini kaldırmamıza önemli katkılar sağlayacaktır. Bu durum özellikle ülkemiz açısından mezheb imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin duruşu ve tavrı ile Hanefiliğin bugünü arasındaki farkı da belirginleştirecektir.
Her ne yaşanırsa yaşansın insanın baktığı yer aynı zamanda durduğu yerdir. Eğer Kerbela’ya Ehl-i Beytin yanı başına varıp onların susuzluğuyla kavrulup Peygamber’in (s.a.v) reyhanlarına Fatıma’nın (r.a) ciğerparelerine bir yudum suyu vermeyen saltanatın gönüllü kölesi canilerin yüzüne tükürmüyorsanız bu sizin mateminiz değildir. Uzaktan yanmaksa yaptığınız, seyirci kalmak günahı yakanızdadır. Hele hele bir orta yol arayışındaysanız varın saltanatın gölgesinde dünyadan nasibinizi alın zira ahirette nasipsizlik ateşi zalimlerin sonudur. Onlara meyledenler de onlarla beraberdir. Değil mi ki kişi sevdiğiyle beraberdir nebevi müjdesi cenneti müjdelediği kadar cehennemi de müjdeliyor.
Unutmayalım ki Hz. Hüseyin'in Kerbela’da;
“Eğer ceddim Muhammed'in dini benim kanımla yaşayacaksa ey kılıçlar doğrayın beni.” haykırışı kıyamete kadar bütün insanlığın kulağında çınlayacaktır.
Ve şu diyalog saltanat sofrasında nemalananların uykularını kaçırıp kabuslar görmelerine yetecektir.
Hz. Hüseyin Kerbela'da muazzam bir konuşma yaptı, kendini anlattı.
Oğlu Ali Ekber sordu: “Ey babam! Sizin sözleriniz bu güruha neden etki etmedi?”
Hz. Hüseyin ibretlik o cevabı verdi: “Çünkü onların karınları Yezid'in verdiği haram lokmalar ile dolu…”
Hz. Zeynep’in bir başınalığı nasıl Ehl-i Beyt’in yalnızlığını tüm insanlığa haykırmışsa bizim tavrımız da tüm zalimlere hakkı ve hakikati haykırsın, Ehl-i Beyt’in yanında olduğumuzda neyin (saltanatın, zulmün, zalimlerin, yandaşlarının…) karşısında olduğumuzun da bilincinde olmak dileğiyle matemimiz gönlümüze rahmetler yağdırsın, susuzluğun rahmetinden nasibimize cennet pınarları fışkırsın.
Amin Amin Amin