"Mutlu Ol Bu Bir Emirdir" Sinan Çetinin Nebil Özgentürk'ün Türkiye'nin Hatıra Defteri belgeseli için yaptığı bir kısa film. 2006 yılında çekilmiş. İlk ne zaman seyrettim hatırlamıyorum ancak ara ara hatırlar ve yeniden seyrederim. Youtube'dan Sizin de seyretmenizi özellikle tavsiye ederim.
Geçen hafta Tüik tarafından açıklanan ankette ilimizin 2021 yılı mutlu şehirler sıralamasında 2. sırada yer alması vesilesiyle yeniden hatırladım bu kısa filmi.
İnsanların daha çok zamlar ve hayat pahalılığından bahsettiği, öncelikli gündeminin elektrik ve doğalgaz faturaları olduğu şu günlerde mutluluk anketi de nereden çıktı demeyin her yıl için düzenli olarak yapılıyormuş bu anket. İşin tuhaf yanı ise 2020’de 48,2 olan mutlu olanların oranının 2021’de 49,3’ e yükselmiş olması.
Mutlu olmak felsefi olarak kolay tanımlanabilir bir şey değildir. Mutlulukla ilgili; Anlık mıdır? Sürekliliği mümkün müdür? Huzur ile aynı şey midir? İnsanların mutluluktan anladığı şey daha çok şımarıklık mıdır? …vb. gibi birçok soru üretmek mümkündür. Ancak meselemiz şu an bu sorulara cevap bulmaktan çok, gerçekten mutlu muyuz? Sorusuna bir cevap aramaktır.
Görünen o ki eğer bu anket sonuçları doğru ise iktidarıyla muhalefetiyle siyasilerin TV kanalları başta olmak üzere bütün iletişim araçlarından topluma mutsuzluk empoze etme yarışında olmaları işe yaramamış. Yok, bu anket sonuçları doğru değilse; Neden bize mesele sizin bildiğiniz gibi değil siz mutsuzuz zannediyorsunuz ama aslında mutlusunuz hatta 2020 yılına göre daha da mutlusunuz deniyor?
Anket üzerine hatta anketten bağımsız olarak söylüyorum ki bence biz mutluyuz! Şaka yapmıyorum gerçekten mutluyuz!
Biz toplum olarak birçok meseleyi siyasilerden farklı bir pencereden değerlendiririz. Hatta siyasilerimiz de politik olarak toplumun sorunlarına aşırı duyarlı olma imajı verirken bile mikrofon kapanır kapanmaz hemen başka bir insan oluverirler. Genelden yerele bütün siyasi yelpazede durum aynıdır. Muhalefet soruna parmak basar üstüne bir de mercek tutar oradan eleştiri üretir. İktidar mazeretler sıralar, biraz da kaygı tetikleyici sloganlar ekler yanına, atar meydana. Ama toplumun büyük çoğunluğunun umurunda bile olmaz bu. Çünkü son 40-50 yıldır toplumun siyasete ilgisi giderek azaldı. Önceleri bu azalma yavaş yavaştı, son 20 yıldır ise hızla azalmaya devem ediyor. Bunda en büyük etki siyasetin yerelden merkeze kayması ve siyasilerin toplumun bireysel menfaate dayalı taleplerine çözüm bulamaz hale gelmesidir. Aslında burada ortaya çıkan en önemli “sorun” siyasetin menfaat dağıtım halkasını yerelde daraltıp “âli menfaat” kısmını da merkeze taşımış olmasıdır.
Bir başka boyut ise devletin giderek toplumdan uzaklaşmasıdır. Devlet soyuttur ancak somut bir eli bir de yüzü vardır, bunlarla vatandaşına dokunur ve görünür. Vatandaş bunu olumlu bulursa şefkat eli koyar adını, olumsuzlarsa devletin yüzü soğuktur der ve hızla bu soğukluktan kaçınmak ister. Hayatın kendisine öğrettiği pratikleri vardır, hızlı hisseder ve hızlı karar verir. Siz zam geliyor iş zorlaşacak dersiniz, toplum gider stokunu yapar. Siz almayın dersiniz, o varsa üç kuruşu alır dövizini de altınını da. Bilir ki işler bir tersine dönerse olacaklar olur. Getirin dövizinizi altınınızı dersiniz o bin düşünür yok öyle yağma der! Ya da memleket elden gidiyor, yanıyor, bitiyor dersiniz, o yine yok öyle yağma der!
Sessiz çoğunluk “işini bilir” ve mutlu olmaktan geri durmaz. İstatistik, anket filan da bilmez. Sağlık olsun der, hayırlısı olsun der, bu da geçer ya Hu der, felekten bir gece çalalım der, Ankara’nın bağları der, vur kendini açık havaya der, haydi balığa gidelim der… Yani kısaca siz istediğinizi dayatın o Mozart’a da tempo tutar Beethoven’a da.