Din insan ruhunu önceler. Pozitivist akılcılık belki de bu yüzden din ve felsefe ile kavgalıdır. Hatta felsefeye kısmen yeşil ışık yaksa da dinle olan kavgası hala devam etmektedir. Ruhun soyut oluşu --bilinmez ve gizemli- insan için hem merak uyandırmakta hem de zorluklar oluşturmaktadır. Modern bilim Psikolojiyle ruhu anlamaktan çok olası rahatsızlıkları tedavi etme merkezinden hareketle bir dal oluşturma çabasında olsa da din bu konuda hala çok daha başarılı. Başarılı olmasında en önemli etken ise insanın kendini dine kendi iradesiyle teslim edip yönlendirmeleri yüksek oranda dinin eline bırakmasından kaynaklanmaktadır.
İslam İlahi vahyin hem ilk hem de devam edegelmiş tecellisidir. Efendimiz (s.a.v) İlahi Vahyin son muhatabıdır. Bu İslam’ı son ve hak din olma bakımından kendinden öncesini hem temizleyen hem de temsil eden bir konuma oturtmaktadır. Temizleyendir; çünkü önce olanlar insan eliyle bozulmalar yaşamış ve aslından uzaklaşmıştır. Temsil edendir; çünkü Hz. Âdem (a.s) ile başlayan insanlık ve din ilişkisinin kesintisiz adı İslam’dır. Son vahyin korunmuşluğu anlamlandırma ve anlayışları kapsamaz. Sadece vahyi kapsar. Yani Müslümansam masumum gibi bir öznel çıkarım doğru değildir.
Din emirler, yasaklar, ibadetler, semboller ve tavsiyelerle insan hayatına anlam katmakla kalmaz aynı zamanda ruhun sağlıklı olması ve kendinde olan özgün (yaradılışta insana Allah’ın ruhundan üfleyişine atfen) potansiyeli açığa çıkarmak suretiyle insanda bir tezkiye ve gelişim sağlayarak en şerefli yaratılmış olma durumunu oluşturmak ister.
İlahi vahyi insanlığa ulaştırmakla görevli elçiler insanlardan bir insandır ama içimizden herhangi bir insan değildir. Onlar hem Allah’ın elçisi ve hem de Peygamberdir. (Ahzab suresi 40. ayet) Buna iman etmek bir zorunluluktur. Bütün bu anlattıklarımız işin tanımlama ve anlam kısmı.
Bir de işin insanların dinle bağ kurma kısmı var. Bu bağ her insan için özeldir. Çizilen sınırlar -ki çok abartılı değildir bu sınırlar- içinde kalmak şartıyla her insan özel bir bağla yaşar dini. Bu bağ da Peygamberler hususi bir yere sahiptir. Onların yaşam biçimleri, uyarıları, yönlendirmeleri ve sakındırmaları bir emir olarak algılandığı kadar ona benzeme, ona yakın olma ve onu hissetme gibi birçok duygusal arka planı da beraberinde taşır.
Efendimize (s.a.v) duyulan sevginin sınırsız ummanında O’nu yaşamak insan için tarifi imkânsız doyumlar demektir. O söylemişse ya da O yapmışsa ile başlayan ve kayıtsız şartsız teslim oluşla devam eden -ki İlahi emirdir bu- bir aşk mayasıyla demlenmiş bağın tarifi kuralların içini dolduran en temiz duygudur. O sizin irkilerek, biraz ürkek, biraz sıkılgan, biraz mahcup ve tam bir iştiyakla huzurunda durup ne söyleyeceğini beklediğiniz özelinizdir.
İşte bu özelin içinde bir gayrettir bin aydan hayırlı olan geceye (Kadir Gecesi) ulaşabilme çabası. Yıl içinde, Ramazan’da, son on günde ve son on günün tek olanlarında arayın nebevi telkininde duyumsadığımız güven ve iştiyakla bir irkilme vaktidir özellikle son on gün. Özellikle son on gün, çünkü bu aynı zamanda İtikaf (kendini bir konuya verme, bağlama, dünya işlerinden vazgeçip bir yere/mescide kapanma) vaktidir. Bu arayış aynı zamanda O’nun gibi yapma sevincidir.
Sevinçli arayış günlerimiz bereketli olsun. Sonu da sevinçlerle dolsun. Yüzümüze Efendimiz (s.a.v)’e duyduğumuz sevginin nişanı doğsun. Kalplerimiz korlansın…
Aşk ile: Amin Amin Amin
“Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır. …”
(Ahzâb 6.ayet)
Amenna ve saddakna