Taraftar olmayı seviyoruz.
Bi taraf olan bertaraf olur diye de taraftar olmanın dayanılmaz cazibesini kutsuyoruz.
Taraftarlığımızın içi dolu mu? O da pek öyle değil gibi.
Bizim olan-olmayan, bizden olan-olmayan, bizi seven-sevmeyen üzerinde tartışmaları sürdürünce de ister istemez bizimkiler-sizinkiler ayrımı ile tartışma-kavga-kan davası sürüp gidiyor.
…
Taraftar olanlar en çok da meselenin aslını bilmemekle, şümullü bakmamakla, etraflı düşünmemekle, geniş bakmamakla, samimi olmamakla suçluyor birbirini.
Peki, kim bu taraflar? Biraz tasnif edelim:
Artırılması mümkün elbette başlıkların. İlk anda dile geliverenler bunlar.
Bu insanların bu şekilde düşünmesinde sakınca yok elbette. İsteyen istediğini düşünebilir. Ama bu düşüncesini bir iman aksiyonu gibi savunmak var ya! İşte o taraftarlık, tarafgirlik, at gözlüğü takmak, kuru benlik, asabiyye denen illetler.
…
Olması gereken meseleleri teknik tartışmaktır ama bu konu nedense hiç kimsenin ilgisini çekmiyor.
Teknik tartışma yapmak aslında 2 önemli muhtevaya sahip. Birincisi teknik tartışmak için bilgi olması gerekiyor. Bilgi olmadan kanaat sahibi olunamayacağına göre bilginin de dolu dolu çerçevede olması gerekiyor. İçi dolu bir kanaat sahibi olmak için gereken bilgi de ancak çalışmak, gayret etmekle mümkün. İşte bu da insanlara zor gelen husus.
İkinci konuda teknik tartışma yapıldığı zaman sadece sorunun dile getirilmesi yanında mutlaka çözüm önerisi de sunulması lazım. Üç aşağı beş yukarı mesele orta yârde olabiliyor ve farklı yorumlansa da varlığı tartışmaya pek girmiyor. Ama çözüm deyince işler karışıyor. İlmin ışığında meseleleri çözmeye gelince genellikle zülfü yâre dokunan meseleler ortaya çıkıveriyor.
…
İster adına objektif olmak deyiniz, isterseniz hakkaniyetli davranmak bir an önce, hemen, hiç geç kalmadan tir tir titreyerek kendimize gelmemiz elzemdir.
Birbirimizi sevmek zorundayız. Tenkitlerimizin ayağı yere basacak şekilde ve gelecek nesillere ufuk sağlayacak usulde olmalı.
Yoksa dert büyür derman görünmez olur…