Hayatın inanılmaz pahalı, siyaset kurumunun ise olabildiğine ucuzlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Siyaset kurumunun ucuzlamasının toplumsal hayatımıza yansımasını kısa, orta ve uzun vadede ödeyeceğimiz faturalarla göreceğiz hep birlikte. Ama şu an olabildiğine hissettiğimiz durumu; pek çok ahlaksız yaklaşımın kanıksandığı, birçok değerin yerle yeksan olduğu, bireysel zafiyetler sebebiyle pek çok kurumun içinde cadı kazanının kaynadığını dile getirerek özetleyebiliriz.
Yaşadığımız süreci İmparatorluktan Cumhuriyet dönemine keskin bir şekilde geçmenin yansıması olarak okumalıyız aslında. Ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim ama eğitim sistemindeki değişikliği harf inkılabına sığdırdığımız ve Devlet Tarihi nedir anlamadığımız, konjonktüre entegre etmediğimiz sürece liyakatten uzak, siyasetin ve gücün tesiri ile atanan makam sahiplerinin rezilliklerini magazin haberi tadında elimizde çekirdek, okumaya veya izlemeye devam edeceğiz maalesef.
Osmanlı; İmparatorluğa giden sürecini sadece kılıç ve kalkan ile kazanmadı, bir kere bunun bilincine varmalıyız. Öncelikle izlediğiniz diziler ve dayatılmış tarih okumalarından uzaklaşarak “nasıl imparatorluk olmuş” üç kıtaya nasıl hükmetmiş bunu anlamak gerekiyor. Birileri bize her ne kadar Osmanlı’nın taht çekişmeleri, savaşlar ve harem entrikalarından ibaret olduğunu, doğrudan ya da dolaylı zihnimize kazımaya çalışsa da, bunca başarının temelinde “seçmek ve eğitmek” vardı. Daha çocuk yaşta yetenekleri doğrultusunda tespit edilen bireyler yetiştirilir, her anlamda titiz bir eğitimden geçirilir ve verdikleri sınavların başarı ölçüsünde devlet kademelerinde değerlendirilirlerdi.
Günümüzdeyse özellikle de son dönemde, eğitmeden, yetiştirmeden, seçmeden ki yetenekleri ve hasletleri üzerinden seçmekten bahsediyorum; ahbap çavuş ilişkileri ya da sadakat temelli atadığımız için, nefsini dahi terbiye etmekten aciz, oturduğu makamı, bastırdığı kompleksler, arzuladığı ilişki biçimleri için kullanan yöneticilerin ahlaksız hikayelerini duymak ve okumak zorunda kalıyoruz.
İnsan yani beşer, şaşar. Kaldı ki aşk gibi bir duygunun varlığını, kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan yaratılmışlar olduğunu inkar edecek değilim. İnsan kendine yakıştırdığı her şeyi yapabilir. Burada bir mahremiyet vardır, kimsenin özel yaşamı da ne beni ne de kamuyu ilgilendirmez. Bu psikoloji ve sosyolojinin konusu. Eğer mahremiyet sınırını aşıyor oturduğunuz koltuğun imkan ve gücüyle kamunun, yani milletin malı ya da devletin temsil makamlarına sirayet ettiriyorsanız işte o zaman sorun hepimizin sorunudur.
Bir de bunun dışında öz benliğini tamamlayamamış, geçmişte kendisinde travma yaratan aşağılık komplekslerinin etkisiyle, gücün ve koltuğun maskesiyle, her gördüğü karşı cinse yaklaşan “buldumcuklar” var ki psikolojik açıdan bu da incelenesi bir tez konusu kanımca.
Diyeceksiniz ki Osmanlıdaki Haremi Hümayun yani cariyelerden oluşan bölümü nereye koyalım?
Eğer o cariyelerin ne şekilde seçildiğini, nasıl bir eğitime tabi tutulduğunu, her cariyenin odasında bir kütüphane bulunduğunu ve her dişinin cariye olamadığını bilmiyorsanız bu soruyu sormanız çok normal. Aşufte ile Cariyeyi karıştırmamak gerekir. İhtirasları ve ihtiyaçları doğrultusunda yaşadığı çirkinlikleri tarihi ve kurumsal bir yapı olan “harem” ile özetlemeye kalkanlara da cevabım kısaca budur. Bir de dip not düşmek istiyorum bu tarz konuların meraklısı olanlara; her kadın biraz Züleyha, her erkek biraz Firavundur.
Bütün paylaştıklarımın ışığında son günlerde Kırıkkale’nin gündemine oturan bazı kurum yöneticilerine gelince, söyleyebileceğim tek şey UTANIYORUM. İlimize henüz gelmiş Vali Beyin, memleketin eksiklerine, ilin ve bizlerin ihtiyaçlarına odaklanması gerekirken, nefis kölesi idari amirlerin aşkı memnu ve kavak yelleri tadındaki rezillikleriyle uğraşması utanç verici. Sadece Allah yardımcısı olsun diye dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Meslektaşlarımdan bu konuda tek beklentim, bu acizleri deşifre etmek kurumlardan uzaklaştırmak ve kamuya hizmet etmek adına haber yaparken lütfen kurumları, devletin temsil makamlarını yıpratmayalım. Ve çirkinliği sürekli ve detaylı yazmak “kanıksanmasına” sebep olur. Biz bu ahlaksızlıklara alışmayalım!
Çünkü Millet biziz, Devlet bizim ve bizler fani Devlet bakidir...