Seçimi Kazananlar/Kaybedenler
Kazanmak mutluluk verir, çokça da övünç. Az görülse de tevazu artırdığı da vakidir. Bu ancak ve ancak, bilgelerde görülür. Yani istisnai bir durumdur.
Hz. Ali'nin tam boynunu vuracakken yüzüne tükürdüğü için öldürmekten vazgeçtiği düşman askerini salıvermesi ve önce Allah için vuracaktım boynunu ama yüzüme tükürünce nefsim karıştı işe dediği tarihi olay bunun en çarpıcı örneğidir.
Bunun çağımızdaki örnekliği Aliya İzzetbegoviç’te görülür. Bu yüzden Ona "Bilge Kral" denmiştir. Evet o bir bilgedir ama asla bir kral değildir. Bilgeliği bütün önderlik vasıflarını aşacak düzeyde bir Müslümandır. Ve çağımızın tıkandığı bir çok insani meseleyi İslam özelinde adil bir bakış açısıyla çözümleyecek düzeyde yorum ve görüşleri vardır.
Kaybetmek üzüntü verir, çokça da horluk. Az görülse de nefsi muhasebeyi artırdığı da vakidir. Bu da ancak ve ancak, bilgelerde görülür. Yani istisnai bir durumdur.
Misalini şair şöyle verir:
Hôrluk çektinse hicrânında erdin vuslata / Ey dil-i şeydâ bu günden müjde-i izzet sana (Rûhî-i Bağdâdî).
George Orwell'in Hayvan Çiftliği romanı üzerinden zihnime üşüşenleri yazmak istedim bugün. Roman, Stalinizm’in eleştirisidir. Kendisini her türlü totalitarizme karşı bir demokratik sosyalist olarak tanımlayan Orwell bu romanında, SSCB'nin kuruluşundan itibaren meydana gelen önemli olayları kara mizah yoluyla ve mecazi bir dille bir çiftlikteki hayvanlar üzerinden anlatır. Koca Reis Karl Marks'ı, Snowball Troçki'yi Napoleon ise Stalin'i temsil etmektedir. Genel kanı budur ancak bu farklı ülkeler açısından da değerlendirilebilir. Bu arada romanı şiddetle tavsiye ederim. Hatta birkaç arkadaş birlikte okuyup bittikten sonra birlikte değerlendirmek daha verimli olur kanaatindeyim.
Apoletleri sökülüp üniformaları soyulan eski seçilmişleri ve atanmışları, yeni seçilenleri ve atananları bir de değişim için mücadele ettikleri halde kazananlardan oluşan ekibin dışında bırakılanları sembolik benzetmelerle anlatacaktım ama bunun bir yazıya sığmayacağını yazarken fark ettim.
Kazanmak ve kaybetmek hep aynıdır. Belki sürecin şiddeti durumu biraz değiştirir. İkisi de kendine has bir potansiyel taşır içinde. Ve aktörler değişse de ortaya çıkan durum genelde aynıdır. Olaylar aynı olsa da isimler yani aktörler farklılaşır. Aslında apoletler takılırken yapılan birçok yanlış bu durumu bu hale getiren ve “normal” kılan ana etkendir.
Apoletleri sökülenlerin yalnızlaşması/ıssızlaşması ne kadar normalse yeni rütbelenenlerin kalabalıklaşması da o kadar normaldir. Bir de Araf’ta olanlar var benim gibi. Araf’ta olmanın da kendine has zorlukları var elbette ama iyi ki aklımız var ve düşünebiliyoruz. Tanımlamalar yapıp birçok şeyi yerli yerine koyabiliyoruz.
Bu gibi durumlarda benim favorim Minyeli Abdullah’tır! (Hekimoğlu İsmail’in sinemaya da uyarlanan aynı adlı romanının kahramanı) Hatırlayın Abdullah bir hamaldır ancak zaman içinde duyarlılıkları onu farklı görev ve konumlara getirir. Gün gelir bir değişim olur ve bu görevleri ve konumu sıfırlanır. Ona bu durumu dramatize edip üzüntü telkin etmeye çalışan yakınlarına gardıropta sakladığı taşıma ipini gösterir ve ipi alıp hamallık yaptığı tren istasyonuna geri döner. Kazanana da kaybedene de çok şey anlatır bu.
Bu bakış açısıyla görev yerime giderken özel eşyalarımı koyduğum çantamı makam masasının yan gözüne koymuştum. Çanta o gün koyduğum yerde duruyor. Çantayı oraya koyarken bu konudaki idolüm nasıl Minyeli idiyse bugün de öyle. Bu rahatlık o çantayı her gördüğümde tazelenmiştir.
Aslında işin özü insanın insanlığını, insan kadarlığını ve hiçbir rütbenin, hiçbir makamın, kazanan ya da kaybeden olmanın, insan olmaktan fazla ya da eksik olmadığını bilmesinde saklı. Rütbenin/payenin kendilerini büyüttüğüne ya da fazlalaştırdığına inananlar, onu kaybettiklerinde küçüldüklerine ya da eksildiklerine inanırlar ki sorunlu olan da budur zaten.
İnsan insanlığı kadar insandır ve hepi topu insan kadardır vesselam...
MAHZUNİ ŞERİF, SURİYE, İSRAİL
Son Makaleyi Oku